Demokrasi ve İnsan Hakları genellikle Batı'ya atfedilse de Afrika'da Montesquieu veya Rousseau'dan önce başarılı bir şekilde demokratik modelleri uygulayan topluluklar vardı. Avrupalılar genellikle "halkın, halk tarafından ve halk için" yönetim biçimini oluşturan norm ve kuralların kökeninde oldukları iddiasındalar ve bunları dünyanın her yerine yayma sorumluluğunu üstleniyorlar. Ancak, demokrasinin (çünkü bahsedilen şey bu) en mükemmel politik sistem olduğunu kabul edersek, bu gerçekte sadece Batı medeniyetine ait değildir.
Afrika'da, gelecekteki köle tüccarları ve sömürgeciler olan Avrupalılar sahile vurmadan önce, demokrasiyi ve İnsan Hakları ilkelerini koruyan yönetim şekillerine sahip topluluklar vardı. Özellikle Batı Afrika'da, küçük devletler gibi düzenlenmiş imparatorluklar ve krallıklar, şu anda bildiğimiz demokrasiye çok benzeyen bir yönetim şekli ve İnsan Haklarına saygıyı XIV. yüzyıldan önce başarıyla oluşturdular.
Manden Yeni Şartı
Mali'de, XIII. yüzyıldan itibaren demokrasinin ilk izleri görüldü. Mali İmparatorluğu'nun hüküm sürdüğü Mali, Güney Mauritanya, Nijer, Senegal ve Gine'den oluşan bir alanın hükümdarı olan Mali İmparatoru Soundjata Keita (Sosso'nun kralı Soumangourou Kanté'yi mağlup eden bir seferden dönüşünde), Kouroukan Fouga'da bir "akıl hocası" grubuyla bir toplantı düzenler ve "Manden Yeni Şartı"nı ilan eder. Bu şartlar, sosyal barış içinde çeşitliliği, insan haklarının dokunulmazlığını, eğitimi, vatan bütünlüğünü, gıda güvenliğini, razzia yoluyla köleliğin kaldırılmasını, ifade ve iş yapma özgürlüğünü ele alır. Bazıları tarafından bu şartın meşruiyeti ve güvenilirliği sorgulansa da Unesco tarafından 2009 yılında insanlığın somut olmayan kültürel mirasını temsil eden listeye dahil edilmiştir. Bu, birçok Afrika düşünürü için, Avrupalıların kıtaya gelmeden önce Afrika'da gerçek bir demokrasinin ve İnsan Haklarına saygılı bir yönetim modelinin varlığının onayı olarak kalmaktadır.
Torodo Devrimi
Afrika'nın Kuzeydoğusu'nda bulunan Fouta Toro (veya Fuuta Toro) bölgesinde, XIX. yüzyıldan itibaren İslam'ın etkisi altında kalan bir topluluk bulunmaktadır. Bu topluluk, Mali ve Ghana İmparatorlukları (o zamanlar Tekrour olarak adlandırılmış) tarafından yönetilmiş ve daha sonra Djolof Krallığı'nın hakimiyeti altına girmiştir. Sonrasında ise Peulh kökenli bir lider olan Koli Tengella tarafından işgal edilmiş ve Deeniyankoobe hanedanlığı kurulmuştur. Bu dönem, XVI. yüzyılın başlarından XVIII. yüzyılın başlarına kadar sürmüştür. Ancak bölgedeki iç sorunlar ve özellikle Senegal Nehri'nin sağ kıyısında yaşayan Faslılar ve Moroların müdahalesiyle, Deeniyankoobe hanedanlığı hızla çökmüştür. Bu çöküş, özellikle 1770 ile 1776 yılları arasında, Fouta Toro'daki Müslümanların bir devrimiyle hızlanmıştır. Bu devrimin lideri Ceerno (Thierno) Suleyman Baal, Boodé (Tooro) köyünde bir toplantı düzenleyerek Fouta'nın müftülerini ve notablarını bir araya getirmiştir. Bu toplantıda Almamiyat adı verilen bir siyasi rejim oluşturulmuş ve bu rejim, adaletten herkesin haklarına saygıya kadar bir dizi ilke üzerine kurulmuştur.
Suleymaan Baal, Almami'nin nasıl seçileceğine ve görevden nasıl alınabileceğine dair önemli noktalara vurgu yapmıştır. Halkına şunları tavsiye etmiştir: "– Almami'nin görevini üstlenecek kişinin dünyevi mülkleri ne kendisi ne de yakınları için kullanması gerekir; – Eğer zenginleştiğini görürseniz, görevden alın ve edindiği malları el koyun; – İstifayı reddederse, güç kullanarak görevden alın ve sürgün edin; – Onun yerine ne kadar liyakatli olursa olsun bir kişiyi getirin; – Imaamat'ın kalıtsal olmamasına dikkat edin ve yalnızca hak edene taç giydirin."
Afrika'da birçok yönetim biçimi mevcuttur ve özellikle Senegal'deki Lebous Topluluğu (1770 yılında kurulmuş) birçok düşünür tarafından bir "Cumhuriyet" olarak değerlendirilmiştir. Ancak Afrika'nın sözlü gelenekleri, tarihin korunması konusunda etkili bir araç olsa da, demokrasinin öncüllerini güvenilir bir şekilde aktarmakta her zaman başarılı olmamıştır. Bu zayıflık, özellikle Batı'nın Afrika'da demokrasi öncüleri olarak anlatımında fayda sağlamıştır. Ancak kıtada adalet, sosyal eşitlik ve özgürlük gibi temel ilkeler, 1789'da İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi'nin kabulünden çok önce mevcuttu.
Comments