“Avrupalılar, Afrika’ya geldiklerinde onların elinde İncil, bizim elimizde ise topraklarımız vardı. Bize gözlerimizi kapatıp dua etmeyi öğrettiler. Gözlerimizi açtığımızda baktık ki, İncil bizim elimizdeydi, topraklarımız ise beyazların olmuştu.”[1]
Öz
Afrika kıtası insanlık var oldu olalı uygarlıklara başkentlik yapmış bir kıtadır. Tarihsel süreç içerisinde kıtanın adı ve dünya tarihindeki yeri, uygarlıklar tarihinden sömürgecilik ve misyonerlik tarihine doğru kaymıştır. Coğrafi keşiflerlerle kıtaya ulaşan Portekizlilerin başlatmış olduğu misyonerlik faaliyetleri ve köle ticareti, endüstri döneminde resmi bir sömürüye dönüşmüş ve Afrika kıtası kültürel, dini ve ekonomik olarak şimdiki görüntüsüne kavuşmuştur. Anlatım Afrika’nın erken hristiyanlık dönemi, Portekizlilerin keşif dönemi, Misyonerlik faaliyetleri ve Berlin Konferansı çevresinde gelişmiştir. Bu makalenin asıl amacı, normal olmayan bir süreçte meydana gelen bu dini yayılma hareketinin sebepleri üzerine durmak ve sömürge hareketleriyle olan ilişkisini ortaya koymaktır.
Giriş
Afrika kıtası nüfus ve yüzölçümü bakımından dünyanın en büyük ikinci kıtasıdır. Dünya nüfusunun yaklaşık olarak %15’ini barındırır. Kuzeyinde Akdeniz, güneyinde Hint Okyanusu, batısında Atlas Okyanusu, doğusunda Sina Yarımadası ve Kızıldeniz ile çevrelenmiştir. Madagaskar’a ve çeşitli takımadalara ev sahipliği yapar. Günümüzde resmi olarak tanınmış 54 ülkeden meydana gelir. Yeryüzündeki insan yaşamının en eski kalıntıları ve çeşitli antik uygarlıklar bu kıtada bulunmaktadır. Afrika kıtası bünyesindeki elliden fazla ülke ile etnik, dini ve kültürel olarak son derece farklı gruplara sahiptir. İnsanlık tarihindeki sahnesi çok eskilere dayanmasından kaynaklı, dini ve kültürel olarak pek çok araştırmanın merkezinde olmuştur.
Kuzey Afrika’daki Mısır için, meşhur Firavunlar döneminden bahsederken; Batı kıyılarında dünyanın en zengin hükümdarlarına sahip olmuş Mali Krallığı da anlatılabilir. Kolonileşme sürecine kadar Yoruba gibi şehir devletlerinden, krallıklardan veya daha küçük klan gruplarından meydana gelen bir Afrika kıtası haritası çizilebilir. Kıtanın bu kadim geçmişi, ileriki dönemlerde sömürgeci devletler tarafından kullanılacak olan “Kara Kıta” tabirinin hiç de gerçeği yansıtmadığının bir göstergesidir. Çünkü Afrika kıtası tarihi ve uygarlaşması sömürgecilik dönemiyle başlamaz.
Tarihsel süreç içerisinde kıta, bünyesinde farklı dini inanışları barındırmıştır. Kıtada kayda değer olan üç temel dini kabul vardır:Geleneksel Afrika dinleri – fetişizm ve animizm – İslamiyet ve Hristiyanlık. Dini kabullerin temelinde geleneksel olanın önemi büyüktür. Hatta erken dönem misyonerlik tarihinde uzun yüzyıllar boyu kıtaya sirayet edemeyen Hristiyanlığın temel problemi, klasik öğretisinin Afrika’nın geleneksel ritüellerine ve uygulamalarına ters olmasıdır. Bu sebeple, bu uyumsuzluk Hristiyanlığın kıtadaki kabulüne en büyük engel olarak görülmüştür.
Erken dönem Hristiyanlık Dönemi ve Portekizlilerin Kıtaya Gelişi
Kıtada Hristiyanlığın varlığının sömürgeci dönemle birlikte başladığının varsayılması çok yaygındır. Sanılanın aksine Afrika kıtasında hristiyanlığın kabulü islamiyet öncesine dayanır. İslami kaynaklarda geçen Habeşistan’a hicret olayı, Etiyopya halkının yüzyıllardan beridir Hristiyanlığı bünyesinde barındırdığının en büyük kanıtıdır. Hristiyanlığın ilk yıllarından itibaren, bu dinin kıtaya yayılışı Mısır’dan Habeşistan’a kadardır.[2]
Kuzey Afrika bölgesindeki en önemli Hristiyan merkezlerinden birisi Mısır’daki İskenderiye bölgesidir. Çeşitli sebeplerle hristiyanlığın bu bölgede yayıldığı iddia edilmiş olsa da[3] asıl sebep olarak Roma hakimiyeti altına girmesi söylenebilir. İskenderiye haricinde dikkate değer diğer bir bölge de Kartaca’dır. Bugünkü Tunus topraklarında kurulmuş bir Akdeniz ticaret kolonisidir. Roma İmparatorluğu’nun büyük etkisi sebebiyle bu bölgeye “Roma Afrikası” denmiştir.[4] Bölgedeki Roma etkisi ve ticari faaliyetler Hristiyanlığın çıkış sebeplerinden kabul edilir. Roma ve Bizans’ın yükselişi ve hristiyanlığı yayma çabası ile Hristiyan olan bu bölgelerin haricinde hristiyanlığın yayılışı çok sınırlı kalmış ve İslamiyetin Kuzey Afrika’ya hakimiyetiyle birlikle yayılım durmuştur. Bu sebepledir ki dikkat çekici olan nokta Hristiyanlığın Afrika kıtasında ortaya çıkışı değil, sistematik olarak kıtaya yayılışıdır. Dinler tarihi açısından temel dinlerin kıtada ortaya çıkışı doğal sürecinde meydana gelirken, 15.yüzyılla başlayan Hristiyan yayılmacılığı normal olmayan bir süreçte ilerlemiştir.
15.yüzyıldan itibaren coğrafi keşiflerin başlamasıyla Afrika kıtası üzerinde hiç dinmeyecek olan hareketlenmeler ortaya çıkmıştır. Sahraaltına Hristiyanlığın girmesi Portekizliler’in 1415’te Ceuta’yı hakimiyeti altına almasıyla başlar.[5] Fakat Batı Afrika’nın keşfedilmesinde son derece önemli rol oynayan Portekizliler “beyaz adamın mezarı” olarak adlandırılacak olan kıtanın devamını keşfetmektense, bölgede kurmuş oldukları üslerde kalmayı ve buldukları nimetlerden faydalanmayı tercih etmişlerdir. Kıtanın iç kesimlerine gitmek için geçilmesi gereken zorluklar, kaşifleri bölgeden uzak tutmuş, zorlayıcı iklim, çöller ve ormanlar, hastalık taşıyan sivrisinekler 15.yüzyıl için Afrika’yı bilinmez kılmaya devam etmiştir.[6]
Ekonomik ve bilimsel keşif merakı haricinde Porekizlilerin kıtaya geliş sebeplerinden biri de kral desteği ile kutsal ruha hizmet amaçlı misyoner faaliyetleridir. Kısa sürede Roma Katolik Kilisesi misyonerlerini bölgeye yollamaya başlamıştır. Bölgede böylece Portekizliler tarafından Elmina isimli ilk kilise kurulmuş oldu. 1482 yılında Don Diogo d’ Azambuja liderliğinde kurulan Elmina kilisesi, Elmina halkını ve şeflerini Hristiyanlığa davet etmeye başladı.[7] Bu sebeple 15.yüzyılın sonlarına doğru küçük gruplar halinde Hristiyanlığa giren gruplar oldu. Sonraki süreçte Portekiz’e İspanya ve İtalya da katıldı.
Portekizlilerin bu faaliyetleri uzun süreli olmadı ve etkisini yavaşça kaybetti fakat Afrika’da misyonerliğin temellerini atmış oldular.[8] Roma Katolik Kilisesi bu süreç boyunca çeşitli yerlerde İncil eğitimi vermek için okullar kurdu. Fakat klasik Hristiyan öğretileri, Avrupa toplumundan taban tabana farklı olan Afrika halkları için kabul etmesi güç bir din sistemi oldu. Onun yayılmacı niteliğine karşın, halk tarafından “beyaz adamın” dini olarak düşünüldü. Kiliseler ve misyonerler, sürekli olarak Afrika kültürünün olumsuz unsurları üzerinde durduklarından dolayı, Afrika'daki her şeyin kötü, batıl inançlı ve ilkel olduğu ve nefret edilmesi gerektiği düşünüldü. Kilise, Afrika'daki tapınma kültürüyle hiçbir ilgisi olmayan yeni görüşleri aniden getirdi ve Afrikalılar yeni yöntemleri benimsemekte zorlandı.[9] Misalen, çokeşliliğin hüküm sürdüğü Afrika kıtasında gelen misyoner gruplarının çokeşliliği yasaklayıp tekeşliliği dini olarak zorunlu tutması insanları bu inançtan uzak tutmuştur. İlk dönemlerde halkın hayatlarının adeta bir parçası olmuş bazı uygulamaları yasaklamalarından dolayı karşılaştıkları direnci, sonraki dönemdeki misyonerler dikkate almış ve ileriki dönemdeki misyonerlik faaliyetleri ilk dönemden çok farklı bir şekilde şekillenmiştir.
Portekizlilerin 17.yüzyıla doğru denizdeki etkinliği kaybedip sahneden silinmesiyle kıtadaki görünür etkileri de gitmiştir fakat bunun yanında, ilerleyen yüzyıllarda kıtayı korkunç bir sömürge durumuna sürükleyecek bir miras bırakmışlardır: köle ticareti. Avrupa’ya akmaya başlayan bu ticaret afrika sömürüsünün en önemli ürünü olmuştur. Bunun öncesinde Hint Okyanusu’nun da ticaretini tekellerine alıp, Afrika’daki önemli bir ticari ağı da tıkamışlardır. Ticaretle uğraşan büyük imparatorlukların çözülmesi ile Afrika’nın karışmasına zemin hazırlamış oldu.[10]
Sömürgeci politikalar ile misyoner faaliyetlerin paralelliği çoğu araştırmacı tarafından birbirlerini destlekler nitelikte olduklarına dair bir ispattır. Hatta bu görüşü destekleyen düşünürlerden olan Walter Rodney, zalimlik ve bunca adaletsizlik karşısında hoşgörü ve misafirperverlik vaazı veren misyonerleri suçlamıştır.[11] Sömürge hareketlerinin ilk anından itibaren kıtaya yüzlerce misyoner grubun ve maddi destekli birçok kilisenin akın etmesi bu paralelliği destekler. Yıllar boyu Portekiz’in uzun uğraşlarına rağmen keşfedilemeyen Orta Afrika’nın zenginlikleri 19.yüzyıla kadar yerini korumuştur. Ne zaman misyoner gruplar iç kesimlere ulaşıp Orta Afrika’nın gizemlerini Avrupa için aydınlatya başlamıştır ki, Afrika sömürüsü önü alınamaz bir şekilde yayılmıştır.
Portekizlilerin etkinliklerini kaybetmesi sonrası yerlerini Fransız ve İngilizlere bırakmıştır. Köle ticaretinin 19.yüzyılda yasaklanması ile de kıtanın iç kesimlerine keşif amaçlı gezilerin ve misyoner faaliyetlerin yeniden hız kazanması gerçekleşmiştir. Bu seferinde, yapılacak olan dini nitelikli geziler çok sayıda kilise grubunun ilgisini çekmiştir. Sistematik olarak yapılacak bu geziler, misyoner gruplar tarafından kıtanın Avrupa’ya tanıtılması için bir numaralı araç olmuştur.
19.yüzyılın başına gelindiğinde başlıca ve gerçek manasıyla misyonerlik faaliyetleri kıtaya yayılmıştır. Bu dönemin aynı zamanda sömürgecilik tarihinin de miladı olması manidadır. Protestan misyonerliği ile başlayan dönem, sonrasında Fransızların 1830’lardan itibaren Katolik misyoner teşkilatlarıyla kıtaya gelmesiyle faaliyetlerin hızlanmasına sebep olmuştur. Başlıca faaliyet gösteren teşkilatlar şunlardır: London Missionary Society, Church Missionary Society (Anglican), Baptist Missionary Society, American Board of Commissioner for Foreign Missions, Basel Mission, Peres Blancs…[12] Portekizlilerin misyonerlik bakış açısının aksine klasik Hristiyan kalıplarının dışına çıkarak yöntem değiştirmişlerdir.
Afrika’daki bu yeni misyoner gruplar her kesimden ulaşabilecekleri grupları hedef kitle olarak belirlemiş ve kıtanın her köşesine ulaşmaya çalışmışlardır. En çarpıcı örneklerden birisi de Soeurs Blanches(beyaz rahibeler) ve Peres Blancs(beyaz babalar) isimli misyoner gruplarıdır. Fransa’nın Cezayir’i ve Tunus’u fiili işgalinden sonra 1868 yılında Charles Lavigerie isimli bir psikoposu tayin etti. Bölgedeki Hristiyan yayılımı için Lavigerie Société des Missionnaires d’Afrique (Afrika Misyonerleri Cemiyeti)’ni kurdu. Peres Blancs’i erkeklere, Soeurs Blanches’i de kadınlara hitap etmesi amacıyla Cemiyetin altında oluşturdu. Hedef kitle olarak Kuzey ve Batı Afrika’daki yetim Müslüman çocukları seçildi.[13] Hedef kitlelerinin -bu örnekten de anlaşılacağı üzere- çok geniş olması, Afrika’daki misyoner faaliyetlerin ciddiyetini kanıtlar niteliktedir.
Ayrıca bu dönemdeki diğer bir önemli ayırt edici özellik Hristiyan öğretilerinin kaynağı olan İncil’in Afrika dillerinde çevrilmesidir. Bu durum Afrika halklarının Hristiyanlığı özümsemesinde çok önemli bir dönüm noktası olmuştur. Özetle kilisenin kıtaya yayılışının gerçekleşmesi, kesin bir şekilde Hristiyanlık ve Afrika kültürü arasında bir sentez yaratmasında yatıyordu.[14]
Protestan ve Katolik olarak iki ayrı koldan ayrışan misyoner faaliyetleri aynı zamanda ülke bazında da ayrışma yaşamıştır. İngiltere, Fransa, Amerika ve Almanya haricinde Hollanda, Finlandiya, İtalya, İsviçre, İsveç ve Norveç gibi ülkeler de kıtada misyoner faaliyetler yürütmüştür.1860lara gelindiğinde kıtadaki sistematik misyoner faaliyetlerinin üç ana bölgede yoğunlaştığı görülür:[15]
● Fas, Cezayir, Tunus dahil Fransız Katolik misyoner faaliyetleri
● Batı Afrika sahilleri olarak bilinen Gine Körfezi boyuncaki bölgede İngiliz Protestan, Fransız Katolik, Amerikan Protestan ve Katolik, Alman Protestan misyoner faaliyetleri
● Ümit Burnu’ndan güneyden kuzeye uzanan İngiliz, Alman, Amerikan Protestan misyoner faaliyetleri
Afrika kıtasının tamamında etkisini gösteren misyoner faaliyetler, nüfusta çoğunluğu Müslüman olan bölgelerde bile itinayla yürütülmüştür. Putperest azınlıkların Hristiyanlaşmasını sağlamak için gönderilen misyoner gruplar bölgedeki çoğu grup gibi başarıya ulaşmıştır.
1885 Berlin-Kongo Konferansı Dönemi ve Sonrasındaki Dağılım
Daha öncesinde de bahsedildiği gibi 19.yüzyılın başları kıta, Portekizliler’in gidişinin ardından tekrardan misyoner faaliyetlerle çalkalanmaya başladı. Bu hareketlilik, Avrupa'da köle ticaretinin kaldırılması ve misyonerliğin yeniden gündeme gelmesnin bir sonucuydu. Kıta resmi olarak “Kara Kıta” statüsüyle anılmaya başlandı. Kıtanın sömürgeciler tarafından geçmişi ve var olan yaşantısı hiçe sayılarak az gelişmiş ve uygar olmayan sıfatlarıyla nitelenmiş olması sebebiyle, “medeniyetin” kıtayla tanıştırılması gerekli görüldü.[16] Zaten yıllardır süre gelen köle ticaretiyle yıpranmış olan Afrika halkları, gelecek olan sömürü hareketlerine karşı dirençsiz halde idi. En sağlıklı, yapılı ve zeki -tabiri caizse iş görebilir-durumda görülen Afrikalı erkeklerin köle olarak denizlerarası satılması, aile başta olmak üzere toplumsal tüm yapıları topyekün sarsmıştı. Toplumun dinamiklerinin zamanla bozulması, halklararası çatışmaları ve çözülmeleri doğurdu. Zaman içinde savunmasız bir halde kalan Afrika toplumları, ardı kesilmeyen sömürü faaliyetlerine teslim olmak durumunda kaldılar. Köle ticaretini yasaklanması, azad edilen kölelerin misyonerlik faaliyetlerine katılması ile başka bir boyut kazandı. “Beyaz adamın” çok uzun süredir başarı elde edemediği Hristiyanlaştırma çabaları, “Siyah kurtarıcıların” sahneye gelmesiyle tahmin edilemez ölçüde Afrika’nın Hristiyanlaşmasına sebep oldu. Aynı zamanda kıta, farklı mezheplerin bir arada ortak amaçla toplanmasının ve işbirliği içinde faaliyet yürütmesinin ardından misyonerlerin hedeflediği görüntüye kavuştu.[17]
Tüm kıta bu dönemde resmi olmasa da sömürgecilik faaliyetlerinin esiri oldu. Bölgeler ülkeler arası “sözlü işgal” mantığıyla paylaşılmaya başlandı. Keşif için gidilen bölgelerde hakimiyet kuran ülkeler, bu yerleri sömürgeleri olarak görmeye başladılar. Bu paylaşım sömürgeci devletleri birbirine düşürdü. Pastada payını önceden kapmış olan İngiltere ve Fransa’ya karşı, sömürgecilik rüzgarına geç kalmış Portekiz gibi devletler arasında çıkar çatışmaları başladı. Afrika’yı özellikle Kongo’yu paylaşamayan sömürgeci güçler arasında çatışmaya son vermek amacıyla Alman Şansölyesi Otto von Bismarck’ın tavsiyesiyle konferans toplamaya karar verdiler. 15 Kasım 1884’ten 26 Şubat 1885 dek süren toplantılara İngiltere, Fransa, Avusturya, Almanya, İtalya, Rusya, Portekiz, İspanya, Amerika, İsveç, Norveç, Danimarka, Belçika ve Osmanlı İmparatorluğu katılmıştır. Konferans boyu özellikle Kongo Havzası hakimiyeti ve Afrika’nın paylaşım esasları konuşulmuştur.[18]
Diğer bir önemli husus da sömürgeci devletlerin Afrika’ya yaklaşımlarıdır. Nitekim Avrupalı devletler “Afrika kimseye ait değildir” doktrini ile Afrika kıtasını ve içindeki halkların iradesini “yok hükmünde” sayılmışlardır. En basit tabiriyle, Afrikalıların kendi kaderleri tartışılırken, değil söz söyleme masada bulunmalarına bile izin verilmemiştir.[19]
Afrika kıtasının yasal olarak sömürgeleştirilmesinin kabulü olan Berlin Konferansı tarihe kara bir leke olarak geçmiştir. Kıtanın rastgele paylara bölünmesi ve yapay sınırların çizilmesiyle dini bölünmeyi de kapsayacak şekilde coğrafi, siyasi ve kültürel olarak uyumsuz bölgeler oluştu. Aynı değerleri, kültürü ve dili paylaşan gruplar farklı sınırlarda kalmış; farklı yapı, kültür ve dile sahip gruplar ise aynı sınırda toplanmıştır. Bu duruma en güzel örnekler Nijerya’da Hausa, Yoruba ve İgbolar; Ruanda ve Burundi’de Hutular ve Tutsiler; Gana’da Asantiler ve Fantiler’dir.[20] Ayrıca 50 düzensiz ülke ortaya çıkmıştır. Bu konferans sonrası kıtanın paylaşımı resmileştiği için sömürgeci devletlerin ordularının ve askeri güçlerinin kıtaya inmesi legal oldu. Misyonerlik faaliyetlerinin de yürütülmediği neredeyse hiçbir yer kalmadı.
Paylaşımlar içinde en çarrpıcı olan 1908 yılına değin Belçika kralı II. Leopold’a resmi mülkiyet olarak bırakılmış olan Kongo Havzası’dır. Mülkiyet hükmündeki bu bölge içindekilerle birlikte krala ait sayıldı. Her türlü tasarruf hakkına sahip olan kralın konuyla ilgili olarak yapmış olduğu en önemli faaliyet Katolik misyonlarına bölgeyi açık hale getirmesidir. Tüm Katolik misyonerlerine resmi olarak, misyonlarını kurmaları için ücretsiz arazi, imtiyaz, personel ve mal verildi. Ayrıca faaliyetleri için ücretsiz ulaşım teklif edildi.[21] Bu durum sömürge topraklarının misyonerliğe zemin olduğunun en büyük delilidir.
19.yüzyılın sonları ve 20.yüzyılın ilerleyen zamanlarında bu faaliyetler amacına ulaşmış kıtada Hristiyanlık için yepyeni bir sayfa açılmıştır. Afrika-Hristiyan sentezinin önemini fark eden misyonerler, Papaz Pierre Charles’ın da dediği gibi “Afrika’yı Hristiyanlaştıracak olanlar Siyah Afrikalılardır.” mottosuyla bundan sonraki dönemlerde siyahi papazların ve Afrika kültürüyle sentezlenmiş olan kilise ve misyoner grupların faaliyetleriyle günümüze değin gelmişlerdir. Açtıkları okullar, eğitim kurumları, hastaneler ve yetimhanelerle Afrika Hristiyanlığını kalıcı hale getirmişlerdir. Bugün afrika nüfusunun yarıya yakını Hristiyan’dır.
Kaynakça
Adogame, A.(ed.). Christianity in Africa and the African Diaspora. Continuum Publisher, 2009.
Aksoy, E. “Afrika’da Misyonerlik Çalışmaları Ve Sömürgecilik.” AHBV Akdeniz Havzası ve Afrika Medeniyetleri Dergisi, 1(1), (2019), 11-22.
Boaheng, I. “Early Christian Missions In West Africa: Implications For Rethinking The Great Commission.” (2018). Web.
Fatokun, Samson A. “Christianity in Africa: a Historical Appraisal.” Verbum et Ecclesia 26/2 (2005): 357–368. Web.
Kavas, A. (2004). Afrika Misyonerleri Cemiyeti: Beyaz Babalar (Peres Blancs), Milel ve Nihal, 1 (2), 9-39.
Kavas, A. (2004). Afrika Misyonerlik Faaliyetleri, Dinler Tarihi Araştırmaları-III (2000. Yılında Hıristiyanlık Sempozyumu 9-10 Haziran 2001) Ankara: Dinler Tarihi Derneği Yayınları, 447-452.
Kocamaz, G. 1884-1885 Berlin Konferansı Ve Afrika’nın Avrupalı Devletler Tarafından Paylaşımı. Manisa: T.C. Celal Bayar Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yakınçağ Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, 2015. Web.
Luraghi, R. Sömürgecilik Tarihi. çev. Halim İnal. İstanbul: E Yayınları, 1975.
Şahin, G. “Afrika’nın Sömürgeleştirilme Sürecinde Berlin Konferansı (1884-1885) ve Afrika Basınına Yansımalar”. History Studies 10/1, (Şubat 2018), 247-268.
[1] Kenya devlet başkanı Jomo Kenyatta'nın sözü [2] Kavas, A. (2004). Afrika Misyonerlik Faaliyetleri, Dinler Tarihi Araştırmaları-III (2000. Yılında Hıristiyanlık Sempozyumu 9-10 Haziran 2001) Ankara: Dinler Tarihi Derneği Yayınları, 447-452 [3] Fatokun, Samson A. “Christianity in Africa: a Historical Appraisal.” Verbum et Ecclesia 26/2 (2005): 357–368. Web. [4] Fatokun, Samson A. “Christianity in Africa: a Historical Appraisal.” [5] Boaheng, I. “Early Christian Missions In West Africa: Implications For Rethinking The Great Commission.” (2018). Web. [6] Luraghi, R. Sömürgecilik Tarihi. çev. Halim İnal. İstanbul: E Yayınları, 1975. 195-199. [7] Fatokun, Samson A. “Christianity in Africa: a Historical Appraisal.” [8] Fatokun, Samson A. “Christianity in Africa: a Historical Appraisal.” [9] Boaheng, I. “Early Christian Missions In West Africa: Implications For Rethinking The Great Commission.” (2018). Web. [10] Luraghi, R. Sömürgecilik Tarihi. çev. Halim İnal. İstanbul: E Yayınları, 1975. 211. [11] Kavas, A. (2004). Afrika Misyonerlik Faaliyetleri, Dinler Tarihi Araştırmaları-III (2000. Yılında Hıristiyanlık Sempozyumu 9-10 Haziran 2001) Ankara: Dinler Tarihi Derneği Yayınları, 447-452. [12] Kavas, A. (2004). Afrika Misyonerlik Faaliyetleri, Dinler Tarihi Araştırmaları-III (2000. Yılında Hıristiyanlık Sempozyumu 9-10 Haziran 2001) Ankara: Dinler Tarihi Derneği Yayınları, 447-452. [13] Kavas, Ahmet, (2004). Afrika Misyonerleri Cemiyeti: Beyaz Babalar (Peres Blancs), Milel ve Nihal, 1 (2), 9-39. [14] Boaheng, I. “Early Christian Missions In West Africa: Implications For Rethinking The Great Commission.” (2018). Web. [15] Kavas, A. (2004). Afrika Misyonerlik Faaliyetleri, Dinler Tarihi Araştırmaları-III (2000. Yılında Hıristiyanlık Sempozyumu 9-10 Haziran 2001) Ankara: Dinler Tarihi Derneği Yayınları, 447-452. [16] Adogame, A.(ed.). Christianity in Africa and the African Diaspora. Continuum Publisher, 2009. [17] Adogame, A.(ed.). Christianity in Africa and the African Diaspora. Continuum Publisher, 2009. [18] Kocamaz, G. 1884-1885 Berlin Konferansı Ve Afrika’nın Avrupalı Devletler Tarafından Paylaşımı. Manisa: T.C. Celal Bayar Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yakınçağ Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, 2015. Web. [19] Şahin, G. “Afrika’nın Sömürgeleştirilme Sürecinde Berlin Konferansı (1884-1885) ve Afrika Basınına Yansımalar”. History Studies 10/1, (Şubat 2018), 247-268. [20] Kavas, A. (2004). Afrika Misyonerlik Faaliyetleri, Dinler Tarihi Araştırmaları-III (2000. Yılında Hıristiyanlık Sempozyumu 9-10 Haziran 2001) Ankara: Dinler Tarihi Derneği Yayınları, 447-452 [21]Fatokun, Samson A. “Christianity in Africa: a Historical Appraisal.” Verbum et Ecclesia 26/2 (2005): 357–368. Web.
Comments