Afrika kıtası içinde bulunduğumuz yüzyılda zorlu gibi gözüken fakat gelecekteki konumu düşünüldüğünde etkili bir kalkınma meydan okuması ile uluslararası arenada hızla basamakları tırmanıyor. Sömürgeci prangalardan kurtulan kıta ülkeleri siyasi, ekonomik ve sosyal istikrarı sağlamak için çeşitli mekanizmaları devreye sokmuş durumda. Bu nedenle ülkeler, genişleyen nüfus ve artan kentleşme oranı nedeniyle su, enerji ve gıda gibi hayati kaynakları artırmanın yollarını arıyor.
Afrika, dünya üzerindeki yedi kıta içinde nüfus bakımından Asya kıtasından sonra ikinci durumda bulunuyor. 1.3 milyara dayanan Afrika nüfusunun 1 milyardan fazlası Sahraaltı Afrika’da yaşıyor. Kıta, dünya genelinde yüzde 2,52 ile nüfus artış oranında ise birinci sırada. Artan nüfus, kentleşme ve sanayileşme kıta ülkelerini kaynak arayışında yeni bir dönemece soktu. Bu nedenle enerji, su ve gıda ihtiyacının sürdürülebilirliği için barajlar dünya üzerinde olduğu gibi Afrika kıtasında da önemli bir kaynak olarak öne çıkıyor. Barajların sağladığı ucuz enerji, tarımsal sulama, temiz su ve gıda kıta için cezbedici görünüyor. Afrika’da enerjinin yükselen trendi: Hidroenerji Arkeolojik kalıntılar Afrika kıtasındaki ilk barajın MÖ 2700 yılında Kahire’nin 25 km güneyinde bulunan Nil Nehri üzerinde yapıldığını gösteriyor. Buna karşın kıta modern baraj mimarisiyle 20. yüzyılın ikinci yarısında tanıştı. Kıtaya yapılan ilk barajlar sömürgecilerin ticari amaçlı kullanımı için öncelik taşımaktaydı. Afrika’da ülkelerin bağımsızlıklarını kazanmalarının ardından artan enerji ve su ihtiyacının karşılanması için baraj inşaatları hızla yükselmeye başladı. Elektrik enerjisinin cazibesi günümüzde Afrika’daki baraj inşaatlarının temelini oluşturuyor. Daha önce de belirttiğimiz gibi nüfus artışı, sanayileşme ve ekonomik kalkınma gibi unsurlar sebebiyle kıtada artan enerji talebinin karşılanması için barajlar yegâne kaynak olarak görülmektedir. Kıtadaki akış debisi hızlı olan nehir yatakları potansiyel baraj inşaatları için oldukça elverişlidir. Afrika kıtası genelinde faaliyet gösteren barajların toplam elektrik kapasitesi 147.000 megavat civarında. Bu rakam 1,3 milyarlık kıta nüfusu ve ekonomik gelişmeler göz önüne alınınca yeterli görünmüyor. Afrika hidroenerji kapasitesinin büyük bölümü Nil, Kongo, Nijer Orange (Turuncu Nehir) ve Senegal nehir havzalarından karşılanıyor. Bazı Afrika ülkeleri için hidroenerji vazgeçilemez bir enerji kaynağı. Etiyopya, Malavi, Mozambik, Namibya, Zambiya gibi ülkelerin elektrik enerjisinin yüzde 90’ı hidroenerji santrallerinden elde ediliyor. Mısır, Gana ve Mozambik, Güney Afrika gibi ülkeler 1950’li yıllarından sonundan bu yana elektrik enerjisini hidroelektrik santrallerinden sağlamaktadır. Afrika’daki hidroelektrik santraller ve barajlar masaya yatırıldığında Mısır gibi ülkelere ayrı bir parantez açmamız gerekiyor. 1922 yılında nispi olarak bağımsızlığa kavuşan Mısır’ın baraj ve kanalları yabancı şirket ve ülkeler tarafından idare ediliyordu. 1952 yılındaki Hür Subaylar Darbesi ile başlayan millileştirme hareketi Cemal Abdunnâsır’ın liderliğinde ülke sathına yayıldı. Abdunnâsır sadece var olan tesisleri millileştirmekle kalmadı, yeni tesisler inşa etme iradesini de ortaya koydu. 1960 yılında yapımına başlanan 1970 yılında açılan “Büyük Asvan Barajı” bu tesislerden biridir. 1975 yılında tüm kapasitesi ile faaliyete geçen Asvan Barajı sağladığı enerji (2100 megavat) ile Mısır nüfusunun yarısının elektrik ihtiyacını karşılayacak şekilde yapıldı. Mısır için hidroelektrik santralleri inşa etmek ne kadar önemli ise Nil suyunun güvenliği de bir o kadar hayati bir meseledir. Nil deltasındaki geniş tarım alanlarının sulanması, içme suyu, sağlık ve temizlik ihtiyaçları nedeniyle Nil Nehri Mısır için vazgeçilemez bir kaynaktır. Bu yüzden Mısır Nil Nehri üzerindeki haklarına karşı yapılan girişimleri anayasa gereği savaş nedeni olarak görüyor. Bu durum Nil havzası üzerinde su anlaşmazlıklarına sebep olduğu gibi, Mısır bölge üzerindeki hegemonyası nedeniyle Nil Nehri’nin mansap ülkesi olan Etiyopya’nın nehirden kullanım sağlamasını engellemeye çalışıyor. Afrika kıtasında hidroenerji kapasitesinin potansiyeli nedeniyle ‘Afrika’nın Su Kulesi’ olarak tanımlanan Etiyopya son yıllarda Nil Nehri üzerine inşa ettiği Hedasi (Rönesans) Barajı nedeniyle hem kıta içerisinde hem de uluslararası gündemde çok tartışıldı. 1922 yılında Büyük Britanya’dan tek taraflı bağımsızlık ilan eden Mısır, 1929 ve 1959 yıllarında yapılan antlaşmalarla Nil Havzası’ndaki başat konumunu pekiştirdi. Etiyopya’nın Nil üzerindeki haklarına temas etmeyen antlaşmalar sonucunda Nil’in büyük bölümü Mısır ve Sudan arasında paylaştırıldı. 2011 yılında Etiyopya’nın baraj inşaatını duyurması ile Mısır ve Etiyopya arasındaki gerginlik hızla tırmandı. Her ne kadar Etiyopya’nın hakları gözetilmeden yapılan antlaşmalar geçerli olsa da Hedasi Barajı’nın (Mavi) Nil sularının önemli bir bölümünü tutma kapasitesine sahip olması Mısır’ı askeri tehdit başta olmak üzere çeşitli siyasi diplomatik girişimlerde bulunmaya zorladı. Etiyopya’nın barajı uluslararası kamuoyuna duyurması üzerinden geçen süre içinde gerçekleşen diplomatik girişimler ve barajın havzaya verebileceği zararları araştırmak için oluşturulan komisyonun yayınlandığı rapor da ülkeler arasındaki çözümsüzlüğü bitiremedi. Hâlihazırda Hedasi Barajı 155 metre yükseklik, 1800 metre uzunluk, 6450 megavat enerji üretim kapasitesi ile Afrika’nın en büyük hidroelektrik tesisi unvanını alma yolundadır. Şimdiye kadar yüzde 75’lik kısmı yapılan barajın inşası tamamlandığında ekolojik, siyasi ve ekonomik olarak olumlu ve olumsuz yönlerinin sebep olacağı sonuçları taraf ülkeleri endişelendirmektedir. Afrika barajlarının finansal kaynakları Afrika’daki altyapı yatırımlarında uluslararası kuruluşlar, çok uluslu finans kuruluşları ve bölgede etkili olmak isteyen devletlerin mevcudiyeti bulunmaktadır. Bunların başında kıtada baraj gibi altyapı yatırımlarına maddi destek veren kuruluşlardan Dünya Bankası gelmektedir. Kuruluşun Afrika Faaliyet Planı, Enerji Sektörü Stratejisi ve Su Sektörü Stratejisi gibi programları Afrika yatırımlarının gelecekteki görünümünü teşkil etmektedir. Dünya Bankası Afrika’daki hidroenerji yatırımları ve diğer kaynaklarının takibi noktasında Afrika Birliği ve diğer bölgesel kuruluşlarla ortak çalışmalar yapıyor. Tüm bunlara rağmen Kuzey Afrika haricinde 1 milyara yakın Sahraaltı Afrika nüfusunun yüzde 70’i hidroenerjinin fırsatlarından yararlanamamaktadır. Dünya Bankası 2008 yılında hazırladığı raporda Afrika kıtasının geleceğinde hidroenerjinin önemini vurgulamıştır. Bu sebeple hidroenerji kıtanın yatırım yapılabilecek makul kaynağı olarak öne çıkmaktadır. Bu durum hidroenerji yatırımlarını kıtada siyasi ve iktisadi ağırlığını artırma hevesindeki Çin gibi ülkelerin de iştahını kabartıyor. 2001 ve 2007 yılları arasında Afrika kıtasındaki baraj inşaatlarında Çin fonları dikkat çekmektedir. Bu süre içinde Çin sadece baraj ve hidroenerji santralleri için 3 milyar dolarlık kaynak tahsis etmiştir. 2013 ve sonrası için Çin menşeli şirket, finansal kuruluş ve hükümet tahsisatlarının toplam tutarı 10 milyar doları buluyor. Çin’in Afrika’daki baraj yatırımlarında Etiyopya, Sudan, Zambiya, Mozambik, Nijerya, Gana, Kongo, Gabon, Kamerun gibi ülkeler öne çıkıyor. Dünya Bankası ve Çin menşeli ödeneklerin yanı sıra, Brezilya ve Hindistan gibi ülkelerin etkisi de cılız da olsa hissedilmeye başlamıştır. Hindistan Exim Bankası yavaş adımlarla da olsa Afrika hidroenerji sektöründe yerini almaktadır. Etiyopya’daki Tendaho Barajı ve Zambiya’daki Itezhi Tezhi Barajı 50 milyon dolarlık, Ruanda’daki Nyabarongo Barajı 60 milyon dolarlık ödeneklerle Hindistan tarafında desteklenmektedir. Brezilyalı inşaat şirketleri de hidroenerji pazarındaki yerini alma yolunda ilerleme sağlamış durumda. Sadece baraj inşaatları yapan Brezilyalı firmalar Angola, Mozambik ve Gana’da baraj inşaatlarını üstlendi. Odebrecht ve Camargo Correa Grup baraj inşaatlarında adını duyuran firmalar arasındadır. Barajlar Afrika’ya yük mü? Hızla yayılan barajların kıtaya sağladığı fırsatlarla problemleri de beraberinde getirdiği tartışılan konular arasındadır. Sınır aşan ve sınır oluşturan suların üzerine yapılan barajlar nehir havzalarında menfaat çatışmalarını körükleyerek siyasi gerginliklerin fitilini ateşleyebiliyor. Bu çerçeveden bakıldığından Afrika’da su güvenliği öncelik teşkil etmektedir. Bir diğer önemli mesele ise barajların çevre dengesini alt üst ederek nehir sularının akış miktarını azaltması ve çevresel zararları tetiklemesidir. Fizibilite çalışması yapılmadan nehirlere, göllere ve çevrelerine verilen zararlar kısa vadede olmasa da uzun vadede Afrika kıtasına ekolojik hatta sosyal açıdan telafisi kolay olmayacak zararlar verebilir.
Comments