Bağımsızlık bir ulus için vazgeçilmez bir olgudur. Bu sebeple bağımsızlık uğruna mücadeleler verilir, savaşlar yapılır, iç ve dış etkenlerin etkisi ortadan kaldırılarak egemen bir devlet kurulur. Ulus devletlerin ortaya çıkış sürecindeki baskın milliyetçilik, imparatorluklar sonrası döneme yön vermiştir. Diğer motivasyonlarla birlikte bu milliyetçi politikalar kimi zaman saf yönünden uzaklaşarak ırk temelli siyasi ideolojilere dönüşmüş ve pek çok bölgede çatışmalar ile daha büyük ölçekteki dünya savaşlarına sebep olan en önemli etki haline gelmiştir.
Bağımsızlık külfetlidir. Bu külfetin karşılanması yeni ülkeler için kimi zaman çeşitli zorlukları beraberinde getirmiştir. İmparatorluklardan ayrılan bazı ülkeler geçmiş devlet tecrübeleri sayesinde toparlanma sürecini daha kısa tutmuştur. Coğrafi ve politik özellikleri sayesinde daha güçlü bir şekilde tarih sahnesine çıkan ülkelerin yanında bağımsızlık yükünü yüklenmekte zorlanan çeşitli ülke örnekleri de bulunmaktadır. Güney ve Doğu Asya, Latin Amerika ve Sahra Altı Afrika ülkelerinin emperyal güçlerden bağımsızlık elde etmeleri sonrasında yaşanan siyasi kaos ve ekonomik darboğaz, bu ülkelerin hem iç hem de dış politikaları üzerinde belirleyici etkenler olmuştur.
Afrika ülkeleri özelinde baktığımızda, Fransa, Almanya, İngiltere, Belçika, Portekiz gibi ülkelerin sömürü siyasetine maruz bırakılan pek çok ülkenin altmışlardan sonra kazandıkları, kimi zaman silahlı kimi zaman siyasi mücadele ile elde edilen bağımsızlıkların dünya siyasetine bazı yansımaları olmuştur. Çoğu zaman Avrupa dışı alternatif dostluklar arayan bu ülkeler, Çin ve SSCB gibi eksenlere yönelmiş, ilerleyen yıllarda da Soğuk Savaş ikileminde iki kutup ve destekçileri arasında gitgel yaşamışlardır. Sorunun çözümü kimi zaman Batı ülkeleri ile ilişkileri derinleştirme, kimi zaman Doğu ile yakınlaşma olmuştur. Aslına bakılırsa politik kaosun asıl sebebinin ekonomik çıkmazlar olduğu açıktır. Bu sebeple Washington ve Pekin uzlaşıları arasında gidip gelen siyasi liderler ve temsil ettikleri ülkeler görmek mümkündür.
Afrika’da bu yeni sürecin fikirsel akımlarının en önemlisi şüphesiz Pan-Afrika düşüncesidir. Birleşmiş bir Afrika tasavvuru olan bu akım, fikri önderlerinin güçlü söylemleri ile birlikte yükselmiştir. Hele ki ırkçılık ve siyah karşıtlığının tüm Batı’da kabullenilen ideolojiler halinde devam etmesi, uzun süre boyunca birleşik Afrika hayallerini beslemiştir.
On dokuzuncu yüzyılın erken döneminde yükselen Pan-Afrika hareketi fikirsel bağlamda sürekli gelişmiştir. 1945'te Britanya'da toplanan Beşinci Pan-Afrika Kongresi, bu hareketin en önemli yapıtaşlarından biri olarak kabul edilmektedir. Katılımcıları arasında Kwame Nkrumah ve geleceğin Kenya kurucu lideri Jomo Kenyatta gibi önemli isimlerin yanı sıra başka Afrikalı liderler de bulunmaktaydı. Sermaye egemenliğine karşı ortak bir duruş çerçevesi üzerinden Pan-Afrika düşüncesini geliştiren bu konferanslar serisi bağımsızlıklara giden yolda önemlidir.
1958'de yine Nkrumah, Etiyopya, Gana, Liberya, Libya, Fas, Sudan, Tunus ve Birleşik Arap Cumhuriyeti'ni içeren Bağımsız Afrika Devletleri Konferansı'na ev sahipliği yapmıştır. Konferans kıta genelinde sömürge yönetiminin sona ermesini sağlamak için ortak çalışma yollarını tartışmaya teşvik etmeyi amaçlıyordu. Bağımsızlıkların ayak sesleri duyulmaya başlarken Nkrumah, Afrika devletlerinin ekonomik işbirliğini artırmak ve ortak bir dış politika geliştirmek için önlemler almaya çağırıyordu. Gana’nın bağımsızlığı kazanıldığında Nkrumah, tüm Afrika’nın bağımsızlığı kazanılmadan bunun bir anlam ifade etmeyeceğini ısrarla vurguluyordu. Nkrumah’ın çizdiği çerçeve ekonomik bir birlikten ibaret yapı değildir. O açık şekilde tek bir sınırdan oluşan tek bir ülkeden bahsetmekteydi (Nkrumah, 1963: 149). Bununla beraber Nkrumah, o dönemde Afrika’nın dünyadaki tarımsal ürünlerin ve madenlerin üretimindeki payını biliyor ve bunun kolektif bağımsızlık için büyük bir etken olacağını da tahmin ediyordu. Afrika, dünyanın kakao üretiminin yüzde altmış altısını, palm yağının yüzde altmış beşini, sisalın yüzde elli sekizini, kahvenin ise yüzde on dördünü karşılıyordu. Yine madenler hususunda, elmasın yüzde doksan altısını, kobaltın yüzde altmış dokuzunu, altının yüzde altmış üçünü üretiyordu (A.g.e.: 151). Böyle bir üretim gücü bağımsızlıkla birleşmeli ve kıta içinde bulunduğu durumdan kurtulmalıydı.
Diğer liderler de Nkrumah’ın çabasının anlamlı olduğunu görmüştür. Emperyalistlerin çeşitli engellemelerine rağmen kurulan Afrika Birliği Pan-Afrika düşüncesi için o dönemde büyük bir anlam ifade etmekteydi. Tanzanya’nın kurucu lideri ve Ujamaa’nın fikir babası Julius Nyerere, “Afrika’nın birliği, hepimizin bu güç siyaseti girdabına güven içinde yürümemizi sağlayacak ve bizi ezmekle tehdit eden ekonomik ve sosyal yükleri daha kolay taşımamıza olanak sağlayacak sağlam bir köprüdür.” demiştir (Nyerere, 1963: 1).
Abdoulaye Wade, Muammer Kaddafi gibi liderlerin yakın dönemdeki çabaları ile bağımsızlık sonrasındaki ateşli tartışmalar ete kemiğe bürünmeye başlamıştır. Kuruluş yıllarında ütopya olarak bakılan Pan-Afrika, ilerleyen dönemde hangi temeller üzerine oturtulabilir sorusu üzerinden tartışılmaya devam etmiştir.
Afrika Birliği’nin sonraki dönemde nispeten daha etkisiz görünümü, başarısızlık olarak algılansa da bölgesel bağlamda başarılı örnekler bulunmaktadır. Doğu Afrika Birliği, vizeler, ekonomi hamleleri, ortak savunma gibi konulardaki işbirliğiyle başarılı pek çok adım atmıştır.
Mesele Afrika’da uluslar üstü bir yaklaşımın nasıl sağlanabileceğidir. Devletler otoritelerini kendileri dışındaki bir kuruma bırakma hususunda isteksiz davranmaktadırlar. Bu durum Avrupa Birliği’nde kısmen ve belirli sınırlar çerçevesinde sağlanmış olsa da Afrika kıtasındaki bölgesel organizasyonlarda sağlanamamıştır. Sınır sorunları, etnik milliyetçilik gibi iç problemlerin, dış politikalardaki farklı müttefik tercihleriyle başka boyutlarda da sorunlar oluşturması bu tip yapıların önündeki engeller olmaktadır.
Afrika’nın doğusu, batısı, kuzeyi, güneyi, kısacası tüm bölgeleri birbirinden farklı değerlendirilmelidir. En fazla yapılan hata, kıtayı yekpare bir yapıda değerlendirerek, bir bölgedeki çözümün diğer tüm bölgelerde aynı sonucu vereceği yanılgısına düşmektir.
Pan-Afrika fikirsel büyümesi ile Afrika ülkelerine bağımsızlığı getirmiştir. Bundan sonraki aşama, aynı ideolojinin hem neokolonyal girişimlerin önünü kesmesi hem de kıtayla ilişkiler bazında dengesiz bir yol izleyen ülkeleri dengelemek olacaktır. Bu aşamada Pan-Afrikanizm en önemli etken olmaya devam edecektir. Bugünkü siyasal konjonktürde ne yazık ki siyasi liderlerin birleşik Afrika düşüncesinden çok iktidarlarını koruma hevesi içerisinde oldukları görülmektedir. Sınır çatışmalarının bitirilememesi, tek bir terör örgütünün bile birden fazla ülkede etkili olabilmesi, ülkelerin içlerindeki etnik gerilimlerin sürmesi birleşik bir Afrika hayalinin önündeki engeller olarak gözükmektedir.
Gelecekte birleşik bir Afrika oluşacaksa, bu yapının nasıl bir temel üzerine kurulacağı tartışılmalıdır. Nkrumah, Nyerere, Lumumba, Sankara gibi liderlerin önerileri bugüne ve geleceğe uyacak şekilde tekrar değerlendirilmelidir. Böyle bir yapının başarıya ulaşması, kurulacak yapının etnik temelli milliyetçilikten arınmasına ve aynı zamanda da siyah milliyetçiliği üzerine kurulmamasına bağlıdır. Doğal zenginlikleri ve kullanılamayan ekonomik fırsatları kapsamında dünyanın geri kalanı ile eşit bir ilişki temelinde yükselecek böyle bir yapının, siyasi bağlamda da uluslararası örgütlerdeki sesinin yükselmesi olağandır. Günümüzde böyle yapıların bir dünya kurumu olmaktan çok güçlünün kurallarını diğerlerine kabul ettirme platformu olduğuna dair endişeler bulunmaktadır. Bu sistemin Afrika açısından olumlu yöne dönmesinin ilk şartı da ekonomik olarak güçlenmeleridir. Bu güçlenme, öncelikle bölgesel birliklerle sağlanmalı, ardından da bu bölgesel birliklerin bir araya gelerek oluşturdukları büyük bir örgütle olmalıdır. Afrika Birliği bugünkü yapısıyla daha farklı bir alternatif olarak gözükmektedir. Oluşacak yeni yapı hem ekonomik hem de askeri olarak caydırıcı bir güç şeklinde uluslararası arenaya çıktığında düzenin olumlu yönde değiştiği görülebilir.
Tüm bu anlatılanlar bir ütopya değildir çünkü Afrika ülkelerinin bağımsızlıkları da yirminci yüzyıl başında bir ütopya olarak görülmekteydi. Dünyanın gittiği nokta, Afrika ülkelerinin günden güne büyüyen dış borçları ve eşitsiz müttefik ilişkileri yakın gelecekte olmasa bile orta ve uzun vadede yeni bir birleşik Afrika düzeninin mecbur kılacaktır.
Peki, bu yeni düzenin yakın gelecekte gerçekleşmesinin önünde bulunan engeller nelerdir?
1. Batı ülkeleri tarafından oluşturulan ülke sınırları çoğunlukla yapaydır. Bu yapaylık aynı kabileden, aynı milletten insanların farklı ülkelerde yaşamasını gerektirmektedir. Yapay sınırlar, ülkeler arasındaki sınır çatışmalarını tetiklemektedir. Pek çok ülke içerisindeki otonom bölgelerde silahlı çatışmalara varan problemler yaşanmaktadır. Sınır çatışmalarını aşamayan ülkelerin herhangi bir birlikte ortak tutum almaları mümkün olmamaktadır.
2. Ülkeler egemenliklerinin bir kısmını başka bir ortak yapıya devretmek istemezler. İçerideki düzenlemelerin uzun süreli iktidar partileri ve hatta parti-devlet haline gelen yapılar tarafından yapılması varken uluslar üstü bir örgüt tarafından yapılması pek çok ülkede siyasi değişimlerin önünü açacaktır. Bu husus iktidarlar tarafından olumlu görülmeyecektir.
3. Dış politikadaki ekonomik müttefiklikler birleşmenin önünde engeldir. Çin ve Tayvan’ın kıtadaki rekabeti üzerinden okunabilecek bu madde batı ülkelerinin tutumlarına da yansıtılabilir. Çin, kıta ülkelerinin kendisinden yardım almasını Tayvan ile ilişkilerin durdurulması şartına bağlamaktadır. Tayvan ile ilişkiye devam eden çok az ülke kalmıştır. Böyle bir durumda müttefiklik ilişkilerinin ortak bir temelde kurulması güçleşmektedir. Yeni oluşacak yapı içerisinde ülkelerin farklı ülkelerle siyasi, askeri ve ekonomik ortaklıkları arasında konsensüs sağlamak zor olacaktır.
4. Üç binden fazla dilin konuşulduğu bir kıtanın böyle bir birleşmede kullanacağı ortak dil problemi nasıl çözülebilir? Böyle bir durumda İngilizce veya Fransızcanın birleştirici bir unsura dönüşmesi gerçek bir bağımsızlık anlamına gelebilir mi? Şüphesiz bu soruların cevaplanacağı zaman dilimi diğer maddelerin gerçekleşmesinden sonra olmalıdır. Ancak etnik farklılıkların eritilmesi ne kadar zorsa, dil farklılıklarının da eritilmesi bir o kadar zordur.
Sonuç olarak Nkrumah’ın, Nyerere’nin ortak hayalinin desteklenmesi ve bu yönde en azından fikri çalışmaların altmışlar düzeyinde yeniden tartışılması elzemdir. Gerçekçi bir bakış açısı ile belki birleşik ve tek bir ülkeden oluşan devlet kurulamayacak olsa da uluslar üstü güçlü bir yapının oluşturulması ve bu yapının yetkilerinin gerçekten temsil boyutuna çekilmesi ileride kaçınılmaz olacaktır. Böyle bir yapının hangi sütunlardan oluşacağı ve bu sütunlara dair alanların ne kadarının egemenliğinin bu ulus üstü yapıya devredileceği konusu Afrikalı düşünürlerin ve halkların uzun uzadıya tartışması gereken bir husus olacaktır.
---
Nkrumah, K. (1963); 1998. Africa Must Unite. London: Panaf.
Nyerere, J. (1963). The Journal of Modern African Studies Vol. 1, No. 1: 1-6
Comentarios